İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar

Yılın Fikir Adamı Doç. Dr. Erol GÖKA ile “İnsan Kısım Kısım ve Türk Grup Davranışı” Kitapları Üzerine **

·

14 min read

İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar

IŞIK, Zafer (2006) *

Şüphesiz tarih yazarlığı kadar zor bir tanıklık olmasa gerek. Ya toplumun nabzına göre şerbet vermek ya da bilim yapmak arasında tercih muhakkak riski de beraberinde getirir. Bir kuyu üzerine konuşmak için ona içinden, dışından, kenarından bakmak ve dokunmak gerekir. Sadece dışından veya içinden bakarak onun derin olduğu üzerine yargıya varamayız. Tarih yazma minvali bize, nesnel olma mecburiyetini alnımızda ter, vicdanımızda iğne olmasını sağlamıyorsa, vebali ağır olan bu yükün altında ezilmemizi de beraberinde getirecektir.

Dünya tarihine tarafsız bir bakış atmış olsak, bizim ne denli dünyanın kaderini değiştirmeye muktedir olduğumuzu görebiliriz. Şimdilerde bile, dünya tek kutuplu yapısında rağmen, emniyet kilidi olarak varlığımıza vacip olduğunu söyleyebiliriz. Peki, tarih sahnesinin vazgeçilmez kahramanları Türkler, neyi doğru yaptılar? Neyi yanlış yaptılar? Türkler, değişen dünyada, oluşan sistemlerin neresinde yer aldılar? Bu tür soruların cevabını, uzun süredir “Türk Grup Davranışı” üzerine çalışmış ve ürün vermiş olan Psikiyatrist Doç. Dr. Erol GÖKA’dan almak istiyorum. Kitabın zor bir zamanda çıkmasına rağmen, sonuç verdiğini ise güzel bir haberle öğreniyoruz. Kendisini kutlamamız gerekiyor: Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2006 yılında Aşina Kitaplar’dan çıkan kitabı “Türk Grup Davranışı” ile “Yılın Fikir Adamı” ödülünü almaya layık görüldü.

Zafer IŞIK: Tebrik ederim.

Erol GÖKA: Teşekkür ederim size, okuyucularımıza, bu ödülü layık görenlere…

IŞIK: Yeni kitabınız “İnsan Kısım Kısım” üzerine konuşmak istiyorum ama öncelikle bu ödül münasebeti ile “Türk Grup Davranışı” isimli kitabınıza tekrar dönersek. Bu kitabın ödül almasını sağlayan fikirler nelerdi onlara kısaca okurlarımıza aktarabilir miyiz?

GÖKA: Bu soruya benim cevap vermem uygun mu bilmiyorum ama bana sorarsanız, “Türk Grup Davranışı” kitabında yer alan, Türklerin davranışlarını açıklamak için bugün olduğu gibi yarın da işimize yarayabilecek ve daha da önemlisi bilim dünyasında ilk kez dile getirilmiş bilimsel tezler var. Her şeyden önce, Türkleri, psikolojideki grup analizi yöntemleriyle ele alınabilecek “büyük bir grup” olarak görmek, psikoterapideki “grup davranışı” kavramını, Türklerin tarihsel psikolojisine aktarabilmek yöntem bilgisinde çok önemli yenilikler getiriyor. Böyle bir sağlam yöntem bilgisiyle işe girişince de ortaya oldukça tutarlı ve kalıcı saptamalar çıkıyor. Birkaç örnek size: Türklerin tarih boyunca değişmeyen davranış kalıpları vardır. Türklerin ilksel inançları, birçok dinle ve uygarlıkla karşılaşmalarına rağmen, davranışlarının belirlenmesinde temel bir rol oynar. Türklerde toplumsal cinsiyet rolleri tarih boyunca önemli ölçüde değişmeden kalmıştır. Türklerin kolektif psikolojileri, göçebe-hayvancı-savaşçı bir toplum olmanın mirası üzerine inşa olmuştur. Türklerin sürekli kardeş kavgasına neden olan segmenter toplumsal yapıları anlaşılmadan, Türk toplumuyla ilgili hiçbir veriyi analiz edemezsiniz….

IŞIK: Bu davranış kalıplarının biraz açabilir misiniz? Çünkü kitap, bu tezi merkez alarak analizlerini sürdürüyor.

GÖKA: Gerek şimdiye kadar ruhiyat eğitimi almış birisi olarak Türk toplumunda gözlemlediğim, fark ettiğim şeyler, gerek son yıllarda ilgilendiğim Türkiyat çalışmalarını psikolojik bir süzgeçten geçirdikten sonra geriye kalanlar zihnimde bir araya geldiklerinde, tarih boyunca Türklere özgü bazı davranış kalıplarının var olduğunu sezmeye başladım. Bunları ilk önce denemeler olarak ifade etmeye, değişik yerlerde yazamaya çalıştım. Daha sonra bu çalışmalarımın birikmiş olanlarını daha geniş okuyucunun ilgisine sunabilmek için kitap halinde toplamaya karar verdim. Önce yöntem sorunlarını yazmak gerekti. Büyük grupların davranışlarının incelemesi konusunda Akademideki durum nedir? Tarih boyunca devam ede gelen grup davranışlarını incelemenin uygun bir yöntemi var mıdır? Öncelikle dikkatimi yöntem sorunlarına çevirerek çalışmaya başladım.

Altı yılı aşkın bir süre çalıştıktan sonra, Türk tarihi boyunca değişmeyen davranış kalıplarımızın olduğu sonucuna vardım. Değişik platformlarda tezlerimi ifade etmeye gayret gösterdim, hala da gösteriyorum. Benim çalışmamın öncesinde akademide aynı alanda benzer bazı girişimler vardı. Toplulukların sergiledikleri davranışların nasıl ele alınması gerektiğiyle ilgili ciddi sosyolojik teoriler var ama onlarda psikolojiden gelen dinamizmi göremiyoruz. Mesela Norbert Elias’ın yaptığı gibi, Avrupa’da uygarlık nasıl gelişti, ortaçağın bilinen davranışlarından modern uygarlığın insanlardan beklediği davranışlara nasıl bir geçiş oldu gibi konularda kafa yoran araştırmalar var. Fransız post-modern sosyolojisinin ünlü ismi Jean Baudrillard’ın çalışmaları yine bir başka örnek. Baudrillard da antropolog Marcell Mauss’un ilkel toplumlar için yaptığı çalışmayı temel alarak bir zihniyet teorisi geliştiriyor ve buna göre Avrupa’daki davranış değişmelerini inceliyor. Avrupa’da aslında kapitalizm öncesi kültürün kalıntılarının canlı bir biçimde devam ettiğini öne sürüyor. Benim çalışmamın öncesinde akademideki, psikolojik zamanın yavaşlığı ile ilgili bilgi birikiminin de çalışmamla ilgisi var. “Zaman” dediğimiz olgu çok değişik biçimlerde ele alınabilir. “Zaman”ı siyasi, ekonomik, sosyolojik, psikolojik gibi bölümlere ayırabiliriz ve onlar arasında en yavaş işleyeni psikolojik zamandır. Mesela biz şimdi Türkiye’de yaşıyoruz ve ben size desem ki “bugün pazar ve cuma gününe kadar iktidar değişecek” hiç şaşırmazsınız. Biraz zaman konusunda tereddüt edersiniz, “bana göre öbür hafta” diyebilirsiniz ama imkânsız demezsiniz. Bu, şunu gösteriyor: siyasi zaman burada, Türkiye’de çok hızlı. Yine desem ki “dolar bir ay içerisinde 5 milyon olacak” çok şaşırmazsınız. Bunda bir doğruluk payı ararsınız. Yani ekonomik zaman da burada çok hızlıdır. Fakat sosyolojik, toplumsal zaman daha yavaştır. Mesela hala modernleşmeye çalışıyoruz, 200 yıldır 250 yıldır devam eden bir modernleşme çabamız var ve çok yol aldığımız söylenemez. Tekrar tekrar aynı yere geri dönüp geliyoruz ve ilerlemekte zorluk çekiyoruz. İşte bu siyasi, ekonomik, toplumsal zamanın ötesinde bir de psikolojik zaman var ki bu çok daha yavaş akıyor. Sosyolojik zamandaki yavaşlığı siz sosyolog olarak hissedebilirsiniz. Yavaşlığın farkındasınızdır, toplum nasıl direniyor modernleşmeye, tepkiler neden çıkıyor? Sosyologlarımız bunu görüyor ve Türk modernleşmesinin sorunları hakkında önemli çalışmalar yapıyorlar. Benim çalışmam, sosyolojideki bu çabalardan besleniyor ama onları eksik buluyor; sosyolojik katmanın altında, daha derinde değişimi engelleyen asıl şeyin psikolojik bir yapı olduğunu ileri sürüyor. Gerçekten de psikolojik zamanın çok yavaş işlediği bilinciyle ve psikolojik bir gözle toplumların tarihlerine baktığımızda birçok şeyin aslında değişmediğini görüyoruz. Türklerin davranışlarının tarih boyunca değişmediğine ilişkin ilk gözlemleri ben, ilk kez Türkiyatçı Jean-Paul Roux çalışmalarında fark ettim. Belki ondan önce başkaları da söylemiştir ama ben ilk onun çalışmasında gördüm. Roux diyor ki, “Burdur civarında Türkmenler üzerinde çalışmaya başladım.” Daha önce eski Türklerle ilgili çalışmalar yapmış. “Türkmenler, öyle davranışlar gösteriyorlar ki, sanki Orta Asya’nın çok önceki zamanlarından Anadolu’ya henüz dün gelmişler gibi”… Bu tespit, benim için çok enteresandı. Burdur’a çok yakın bir yörede büyümüş bir Türkmen çocuğu olarak, Orta Asya tarihi ile bağlantı kurduğu davranış kalıplarına çocukluğumda ben de tanık olmuştum. Hatıralar çok tazeydi hafızamda. Benim ebem de tıpkı Roux’un anlattığı gibi davranırdı. Bizim köydeki insanlar da aynen böyleydi. “Demek tüm bu davranışlar Orta Asya’daki derin köklerimizden kaynaklanıyormuş?” diye sormadan edemezdim, edemedim. Beni tarih boyunca değişmeyen davranış kalıpları olduğuna ikna edenler Roux ve özellikle Bahaeddin Ögel, Emel Esin, Abdulkadir İnan gibi Türkiyatçılar ve Fuad Köprülü, Ahmet Yaşar Ocak, Ünver Günay, Harun Güngör gibi din tarihçileri, Pertev Naili Boratav, Özkul Çobanoğlu gibi halkbilimciler, Ziya Gökalp, Orhan Türkdoğan gibi sosyoogların, Yaşar Kalafat gibi sosyal antropologların çalışmaları oldu. Onlar durum tespitini yapıyor fakat bunun teorik nedenlerini ve kapsamını kendi alanlarıyla sınırlı tutuyorlardı. Yine fark ettim ki, aslında benim Türkmen köyümün insanları, sadece Orta Asya’dan getirmiş oldukları davranış kalıplarına bağlı değillerdi; bu insanlar aynı zamanda değişmeye ve yeniliklere de çok açıktılar. Mesela köyden birisi Almanya’ya gittiğinde ve bir teyp getirdiğinde, bütün köy halkı yeni bir aygıtın etrafında yeni bir davranış geliştirebiliyorlar. Bu kadar uygarlık alıcısı ve değişmeye açık bir topluluk. Hiçbir dirençleri yok. Fakat buna rağmen bazı kalıplar değişmiyor. Bunların üzerinde çok fazla düşünmek gerekiyordu. Düşündüm.

IŞIK: Kitabınızda bahsi geçen analizleri söylerken bir yöntemden bahsediyorsunuz, sizin de bu kitapta izlediğinizi söylediğiniz bir yöntem: “Negatif Diyalektik”

GÖKA: Ben bu araştırmada tarafım, benim tarafım Türklerden yanadır. Bilimdeki bazı insanlar nasıl Türkleri dışlıyorsa, ben de Türklerin daha çok gelişmesine ve hamle yapmasına sebep olacak yerlere bakmaya çalışırım. Türkleri daha iyi tanıyabilmek, onlara modernlik karşısında biraz olsun rehberlik yapabilmek için onların tarih boyunca gösterdikleri davranış kalıplarını arıyorum; Türklerin bugünkü davranışlarının tarihteki izlerini sürebileceğimizi iddia ediyorum. Bir başkası, bu sorunların başka türlü ele alınmaları gerektiğini ya da benim ele aldığım davranış kalıplarının gerçek olmadığını gösterirse bundan vazgeçerim. Bilimsel tavır da bunu gerektirir zaten. Şimdiye değin sezgilerim, gözlemlerim, sosyoloji ve Türkiyat okumalarım, grup terapisi çalışmalarım, bazı davranış kalıplarının tarihe doğru izlerinin sürülebileceğini gösteriyor. Yaptığım işin bilimsel bir yönelimi olduğunu düşünüyorum ama henüz ifadelerimin bilimsel kalitelerinin yeterince yüksek olmadığını kabul edebilirim. Ama çalışma devam ediyorum. Öyle sanıyorum ki, bazı araştırmacılar da yakında Türk grup davranışı araştırmalarına sadece eleştirileriyle değil, bizzat yeni tespit ettikleri olgularla katılacaklar ve araştırmamız zenginleşecektir. Kaldı ki hem eleştirilerle hem de kendi çalışmalarım sırasında yeni gördüğüm olgular, görüşlerimi yeniden yeniden gözden geçirmeme neden olacaktır, ikna olduğumda hemen görüşlerimi değiştirebilirim. Mesela başlangıçta “konukseverlik”in Türk grup davranışı unsurları arasında yer aldığını düşünüyordum, biraz da önyargıların etkisiyle. Ama konukseverliğin Türklere özgü bir kalıp olmadığını, yaygın bir biçimde görüldüğünü, eski toplumların koşullarına bağlı olarak ortaya çıkan geçici bir durum olduğunu fark ettim ve Türk davranış kalıpları içine almadım. O okumalarım doğrulamadı henüz ama konukseverlikle ilgili kataloglarım duruyor, uygun olursa yeniden bakarım. Negatif diyalektik ile yöntemimi ve tarafgirliğimi ortaya koyuyorum. Tarafgir olunca, yani Türkler modernlik doğrultusunda değişsinler diye isteyince, ister istemez Türklerin modernliğe ayak direyen davranış kalıpları da daha çok dikkatiniz çekiyor. Şunu demek istiyorum: Ben Türklerin şimdiden tarihe doğru uzanan davranışlarına, onları modern bir dönüşüme uğratabilmek için bakıyorum ve bu yüzden daha ziyade olumsuz özellikler üzerinde çalışıyorum. Asla “Türkler, benim çalışmalarımdaki davranışlarla iktifa eden, asla dahası ve ötesi olmayan bir topluluktur” demiyorum. Böyle anlaşılırsa, çok üzülürüm, hem yanlış anlaşıldığım için hem de derdimi anlatacak beceriyi gösteremediğim için…

Kitap öyle tuhaf bir dönemde çıktı ki, tam Türkler vur abalı haline getirilmiş. Ortada bir takım maskaraların yazdığı saçma sapan kitaplar dolanıyordu. Bu maskaralar, sözüm ona Türklerle, Türklükle dalga geçmeye çalışıyor. Oysa dalga geçtikleri, insanımızın tamamen sosyo-ekonomik veya tarihsel koşullarla açıklayabileceğimiz davranışları. İnsanımız dökülmüş. Sen yirmi yıl gibi çok kısa bir sürede, büyük şehirlere göçürmüşsün Anadolu’da geleneğinin kalıpları içinde yaşayan insanları. Şehirli, yeni davranış kalıpları kazanamadan eski geleneksel davranış kalıplarını da yitirmişler. Hayata tutunmaya çalışan insanlarla dalga geçen kitapların çıktığı dönemde benim bu çalışmamın çıkması bir şanssızlıktı doğrusu. Oysa Türklerin grup davranışlarının olumsuzluklarını ele almak bakımından başka çarem yoktu, bir Türk aydını olarak. Çünkü Türklerin ne kadar olumlu özellikleri olduğunu vurgulayıp durmak, bizim çok işimize yaramıyor. Çok sağcı ve hamasi bir görüntü veriyordu çalışmaya. Halbuki ben –o yüzden tarafgirim diyorum- Türklerin modernleşmesinden yanayım, üstelik de modernliğin “bizi biz olmaktan çıkaracağını” da düşünmüyorum. Nasıl kendimize göre İslamlaşmışsak, kendimize göre modernleşeceğiz. Bu biz istesek de istemesek de böyle olacaktır.

IŞIK: Yeni kitabınıza gelmek istiyorum. İçeriğine kuş bakışı baktığımda oldukça dolu dolu bir kitap olduğunu görüyorum: İnsanın grup varlığı, gruplarda olumlu ve yıkıcı etmenler, insan ilişkileri, psikolojinin kıskacında tarih ve toplum, İslâm’ın psikanalizi, toplumsal bellek, Ermeni sorunu, İran’ın velayet-i fakih inancı, Avrupa’da Türk imgesi, ulusal kimlik, devletin sosyopsikolojisi, Türkler, Kürtler, Araplar, Yahudiler, Almanlar ve işgal altındaki Irak konularını irdelemiş ve analiz etmişsiniz. Bu kadar geniş yelpaze ile çalışmak, sorunların üzerine giderken oldukça işinize yarıyor olsa gerek. Kitabın ismi nerden geliyor?

GÖKA: Zaferciğim, aslında bu kitap önceden yayınlanmış olan “Topluluklar ve Zihniyetleri” kitabımın, yeniden düzenlenmiş ve eklerle oldukça zenginleştirilmiş hali. Maalesef kitap önceki şekliyle çok fazla insana ulaşmadı, yalnızca psikoloji-psikiyatri çevresiyle sınırlı kaldı. Oysa “Türk Grup Davranışı” bir yıl dolmadan üç baskı yaptı. Bu kitabı yeniden, genişleterek düzenledim zira “Türk Grup Davranışı” okuyucusu, bu fikirlerin önceki kaynaklarını, benim grup psikolojisi ile çalışmalarımı bilmeliydi.

Yeniden düzenlemenin neticesinde, ortaya öyle bir kitap çıktı ki, ilk kitaptan bazı yazılar çıkarıldığı halde, boyut olarak öncekinin neredeyse iki katıydı ve birçok örneklerle büyük gruplara (topluluklara) yaklaşımımız zenginleşmiş, özellikle Ortadoğu’daki olanların eklenmesiyle güncellenmişti. Kitabın bu yeni halini okuyan kardeşim Şenol Göka, “Bu yeni bir kitap ve yeni bir adı hak ediyor” dedi. Benim aklımda uzunca bir zamandan beri, Kuran’daki “İnsanları kavim kavim yarattık” ayeti vardı. Şenol’a onu söyledim onun aklına hızlı bir çağrışımla, müthiş türkümüz “İnsan kısım kısım, yer damar damar” geldi ve söylemeye başladı. Kitabın adı belli olmuştu.

IŞIK: Oldukça dolu dolu bir kitap, ancak böyle kısa bir mülâkatta her konuya kısaca değinmemiz kitaba hakaret olur, zira bir çırpıda geçilecek türden konular değiller. Bu yüzden müsaadenizle kitabınızdan bazı çarpıcı ve öne çıkan yerleri konuşmak istiyorum. Kitabın ilk bölümünde grup psikolojisini bazı filozoflardan da bahsederek teorik açıdan ele alıyorsunuz. Bu teorik bölümü kitabın başına almak daha sonraki bölümleri anlamamız ve sizin tezlerinize nesnel destek olması açısından ne fayda sağlıyor?

GÖKA: Başlangıçtaki teorik bölümü koymamın ilk nedeni, okuyucuya doğrudan doğruya, başka yerde bulamayacağı, “grup psikoterapisi” denilen ve çok az kimsenin bildiği alandan gelen bilgileri sunmaktır. Grup psikoterapisi, topluluk zihniyetini ele alam ve açıklama konusunda inanılmayacak zenginlikte malzemeler içermektedir ve üstelik bu malzeme pratikte gruplarla çalışan insanların teorik girişimleriyle üretilmiştir. Yani masa başında değil, deneyimle ortaya çıkmıştır. Oldukça meslekli gibi görünse de bu malzemeyi tanımak, bilmek genel okuyucunun da hakkıdır. Psikanaliz de öyle değil miydi? Freud başlangıçta psikanalizi yalnızca bazı ruhsal rahatsızlığı olan insanlara yardım edebilmek için üretmişti. Oysa bugün psikanalitik yaklaşımı çıkarsanız, sosyal bilimler alanında ciddi bir boşluk ortaya çıkar. Ben de grup psikoterapisi alanını tanıtmak, göstermek istedim. İlgilisi daha sonra bu kaynaklara daha ayrıntılı gitmek için genel bir değerlendirme şansına kavuşacaktır.

Başlangıçtaki teorik bölümün ikinci gerekçesi, büyük grup örneklerini değerlendirirken, hangi kaynaklardan beslendiğimi okuyucuya gösterebilmek, onları psikolojinin diline ve bakışına hazırlamak içindir.

IŞIK: İkinci bölümde bu teorilerin ışığında “İnsan”ı nasıl açıklamamız gerektiğine dair yöntemler veriyorsunuz. Tespitlerde bulunuyor ve bunların nasıl yorumlanması gerektiğinden bahsediyorsunuz. Örneğin burada en göze batan konulardan biriside Fethi Benslama’nın İslam’ın Psikanalizi isimli kitabına ağır eleştirilerde bulunuyorsunuz. Benslama ne yaptı?

GÖKA: Fethi Benslama çok önemli bir isim, Fransa’nın önde gelen entelektüellerinden. “İslam’ın Psikanalizi” mi çalışması, nerdeyse bu konudaki tek çalışma. Ben bu kitabı, hiç sevmedim, beğenmedim. Bu kitabın eleştirisine kitapta yer verdim çünkü okuyucu, bizim toplumsal sorunlara psikolojik bakışımızın asla “indirgemeci” diye nitelenemeyeceğini görsün istedim. Benslama’nın çalışması, psikolojik indirgemeciliğin çok tipik ve üstelik çok yetkin bir örneği. Benslama’ya İslam gibi çok boyutlu bir alanı, tüm boyutlarıyla kavramaya çalışmadan yalnızca psikanalitik terminolojiyle anlamaya kalkarsan berbat bir pozisyona düşersin demek istedim. Okuyucuya da “Ben Benslama gibi değilim; psikolojiden üretilen bilgi, toplumsal bir sorunu ele almamızın yalnızca bir boyutunu verebilir” demek istedim.

IŞIK: Dört bölümden oluşan kitabınızın üçüncü bölümünde, ikinci bölümde yapmış olduğunuz tespitleri ve yöntem arayışını pratik alanlara yönelterek çözüm arayışına girmişsiniz. Yine bu bölümde de sivrilen konulardan birisi: Sıcaklığını her geçen gün koruyan hassas bir konu, Ermeni sorununun gözden kaçan psikolojik boyutu. Bir de gündemimizi yoğun bir şekilde meşgul edeceğe benzeyen İran var. İran toplumunu yeniden inşaya mecbur kılınması, yapılan reformların günümüzde nasıl algılanmasına yönelik tespitler var. Bu değişimin ise “Velayet-i Fakih” inancını merkez aldığını düşünüyorsunuz. Ve Irak meselesi: Irak’ta neler oldu? Bu uygulama alanlarına bakarak insanı anlama yönteminizin pratikte işe yaradığını söyleyebilir misiniz?

GÖKA: Dostum, ne işe yaraması, psikolojik bakış olmaksızın yapılacak tüm toplumsal analizlerin eksik, eksik olduğu için de yanlış olduğunu öne sürüyorum. Herkesi, kitabımda verdiğim örneklere bakmaya davet ediyorum. Toplumsal olgulara psikolojik olarak bakmak, olaylara bakışımızı köklü bir biçimde değiştirecektir. Örneğin psikolojik bakış sayesinde “Ermeni Sorunu”nun aslında diasporanın kimlik sorunu olduğunu, dolayısıyla diaspora oldukça olacağını; İran’ın Velayet-i Fakih inancının yol açtığı toplumsal psikoloji nedeniyle sürekli olarak savaşkan olmak zorunda kalacağını görürsünüz. Dahası psikolojik bakış sayesinde Irak’ta daha işgalin ilk günlerinde işgalci güçlerin yenilmelerinin kesin olduğunu anlarsınız.

IŞIK: Yine üçüncü bölümde dikkat çeken bir konu var: Kardeş kavgası. Türkler neden kardeşi ile kavga eder? Türkiye böyle çeşitli zor dönemlerden geçti/geçmekte, örneğin yıllarca ekmeğini paylaştığı, kahvede tavla attığı komşusunu bir günde nasıl boğazlayacak duruma gelebilir insan?

GÖKA: Kardeş kavgası, Türklerin soya sopa dayalı ve segmentlerden oluşan bir toplum olmalarının doğal sonucudur. Bu konuyu, 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışmasını bile böyle bir perspektiften ele alarak “Türk Grup Davranışı” kitabımda incelemiştim. “İnsan Kısım Kısım”a bu incelemeden Alevi-Sünni çatışmasıyla ilgili bir bölüm koyarak örneklemek istedim. Türk egemenlik sistemi, içlerinden bir grubun çıkarak diğerlerine gücünü kanıtlaması esasına dayalıdır. Egemen boyun diğerlerine ideolojik olarak da egemen olabilmesi için onlara dışarıdan alınmış din-inanç ve yaşam sistemi dayatması gerekir. Türklerin dini tercihlerinin siyasi nitelikte olması ve sık sık değişmesi bu nedenledir. Egemen boy, başkalarından kültür ödünç alır ve kendi köklerine yabancılaşırken iktidarı kaybedenler eski kültür öğelerine sıkı sıkı yapışırlar. Bu durum bizim tarihsel trajedimizdir. Alevi kardeşlerimizin Kerbela travmasına sarılmasının dinamiklerinde de bu trajedi bulunur.

IŞIK: Ve kitabın son bölümü olan dördüncü bölüme gelelim. Kimliğin tanımını yapıyorsunuz. Kitabın son bölümü olduğuna göre herhalde anlatmak istediklerinizin buraya getirilmesini istiyorsunuz. Yeni dünya düzeninde ulusal kimlik, bireysel kimlik, toplumsal kimlik ve belki de küresel kimlik kavramlarını ve kimliğe olan ihtiyacın bahsi geçiyor. Her kimliğin olumlu yönde tecelli etmediğini bizim kendimize kim olduğumuzu sormamızın ve kimliğimizi belirtmemiz gerektiğini vurgulamışsınız bölümde. Diğer toplumlardan da bahsediyorsunuz. Kitabın yöntem arayışını ve bulduğu yöntemin uygulama alanı bulması sonucunda kimlik nasıl oluşur?

GÖKA: Yok kardeş, tam öyle değil. Kimlik tartışmalarıyla ilgili bölüm, kitabın ilk hali olan “Topluluklar ve Zihniyetleri”nde hiç yoktu. Son yıllarda birden bire bu kimlik tartışmaları adeta üstümüze boca edildi. Tüm aydınlar, kendimizi kimlik tartışmalarının içinde bulduk. Ben bu kimlik tartışmalarındaki düzeyi doğrusu hiç beğenmedim zira hep psikolojik boyut eksik kalıyordu. Oysa “kimlik” akademiye tam da bu ihmal edilen yerden psikolojiden ve psikiyatriden katılmıştı. Konu bizim konumuzdu ama bizden başka herkes konuşuyordu. Bu yüzden söz aldım ve bazı platformlarda konuştum, yazdım çizdim. Onları derleyerek kitaba koydum. Kimlik neredeyse tamamen psikolojik bir olgudur, toplumların kimlikleri de tıpkı bireysel kimliğimiz gibi bir gelişme gösterir, bir aşamayı geçtikten sonra diğerini hak edersiniz. Nasıl mesleği olmayanın mesleği kimliği yoksa ve kimliğinden bir bölüm eksikse, devleti olamayanın da ulusal kimliği olmaz. Ulusal kimliği ulusal devlet örgütlenmesi var eder. Etnik özellikler, ulusal kimliğin inşasında tek başına hiçbir işe yaramaz. Her topluluğun etnik özellikleri vardır ama bu onların ulusal kimliği olduğu anlamına gelmez. Devlet organizasyonu için bırakın ırki özellikleri, etnik özellikler de yetmez, birlikte yaşama ve birlikte bir hukuk oluşturabilme iradesi gerekir. Birlikte yaşama ve birlikte bir hukuk oluşturabilme iradesi gösterenler pekala farklı ırklardan ve etnisitelerden olabilirler. Bütün bu söylediklerimi cumhuriyetimizin kurucuları çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk” denir dediler. Bundan güzel bir tanım bilmiyorum.

🙏
IŞIK: Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim ve tekrar sizi tebrik ediyorum.

Bu konular üzerine orijinal, çözüm sunan ve bizim içimizden bize bakabilen bilgiler edinmek istiyorsanız, özellikle her iki kitabı da okumanızı öneriyorum**. Millet olarak bizim nerelerden geldiğimizin ve nasıl bir konumda olduğumuzun bilinci; bizi var kılacak bir unsurdur. Âkif beyin işaret ettiği tek dişi kalmış canavara karşı mücadele ediyor muyuz? Ediyorsak hangi silahlarla bunu yapıyoruz/yapabiliriz? Bunların cevaplarını oto analizle geniş ölçüde bilebilir ve uygulama şansına sahip olabiliriz.


* Işık, Zafer (2006). İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar. Yarın Dergisi

** Göka, Erol (2006). Türk Grup Davranışı. Aşina Kitaplar ve Göka, Erol (2006). İnsan Kısım Kısım. Aşina Kitaplar

*** Fotoğraf: Işık, Zafer (24.06.2006). Ankara Ticaret Odası