IŞIK, Zafer (2009) *
Önceki yazımızda teorik demokrasiden ziyade insan elinde nasıl bir tezahür bulmakta ve bu işleyişin sebebiyet verdiği kayıplardan bahsetmiştik. İran'da seçim sonrası yaşanan son olayların da yardımı ile var olmayan demokrasinin izlerini takip etmeye devam ediyoruz. Öncelikle Hazret-i Mevlânâ'dan bir hikâye iktibas lazımdır:
Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığın içine ezip büzerek yerleştirmişti. Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince baş köşeye geçirilmesini istiyordu. Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü. Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.**
Parça parça bezler, yünler, deriler... hep o sarığın içine gömülmüştü. Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken, hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı. Fakih arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür! Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör! Onu, elceğinizle bir aç, ovala da sonra götür, sana helal ettim! Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!...
O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı! Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.
Fakih dedi ki: “ Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım! Dünya da böyledir işte... bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler! Bu oluş ve bozuluş aleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!**
Hikâyenin konumuza ilişkin izahına geçmeden evvel daha da eskiye gitmekte fayda vardır. Cumhuriyet'in ilk yıllarına değinmiştik, şimdi ise demokrasinin anavatanına gidiyoruz.
Ey Atinalılar!
Antik Yunan'da "dimokratia" ismi ile doğan yürütme biçimi, doğrudan demokrasi prensipleri ilk olarak bir süre Atina'da uygulanmış ve daha sonra yerini farklı biçimlere bırakmıştır. Şehir devleti olmanın ve devamlı savaş altında bir siyaset izlendiğini de söylemek gerekir. Olağanüstü hallerde olağan koşulları sağlamak hem sıhhatli olamamakta hem de uygulaması sıkıntı yaratır. Belki buna benzer koşulları öne sürerek Atina Demokrasisi'nin günümüzdeki tanımı ile örtüşemediğini mazur görebiliriz.
Antik Yunan'ın temelini attığı batı demokrasi tanımı uzun bir süre modern yapısından uzak seyretti. Nitelik bakımdan aristokratik ve plütokratik kontrolün altından ancak Fransız İhtilali ile kurtulabildi. Fakat genelde her devrimde olduğu gibi, devrimciler bir süre sonra devrim karşıtlarının yerini alıp, mazlumu döven zalime "bırak onu, ben döveceğim" der gibi makus bir yansıtmalı özdeşimin kucağına düştü. Bu yüzden de cumhuriyetleri kat kat olmuştur. Tıpkı bizim 27 Mayıs ve 12 Eylül'de cumhuriyeti yıkıp tekrar kurduğumuz gibi. Yıkılıp yeniden kurulmasının esas amacı, sistemin kendi kendini koruyabilme mekanizmasını güçlendirmektir. Hatta bu yenileme mekanizması çalışmayıp istikrara terk edilirse, ihtilallerde yaşanan kayıplardan çok daha büyük yıkımlara yol açabilir.
Kusursuz Bir Koza: Respublika
Cumhuriyete değinmemizin sebebi demokrasinin en aktif işleyeceği rejim olmasıdır. Cumhuriyet dışında da mevcuttur, hatta her ideoloji kendi demokratik yapılanmasını da oluşturmuştur. Liberalizm, komünizm, sosyalizm, faşizm veya anarşizm, hepsinde de demokrasi, dış kabuğuna entegre şekilde yer bulmuştur. Demokrasiye sarılmakta mecburdurlar, zira teokratik rejimler dışında insanların mutlak bir otoritenin altında veya kendi fikirlerinin hiçe sayıldığı; yok sayıldığı bir sistemin içerisinde koşulsuz itaatinin temini imkansızdır neredeyse. Yani mutlaka bir sus payı gibi eline -oynayacağı- ufak da olsa bir yetki vermek zorundadırlar bireyin. Bu toprak olur, asker olur veya en basit olarak bir ticarethane olur. Katılımın bir parçası olduğunu hisseden bireyi, kaybedecek bir şeyi olmayana göre huzurun sağlanmasında daha uygundur. Bahsimiz elbette antik dönem ve ortaçağ olduğundan köleleri veya köylüleri saymaya gerek yok, onlar insan olarak bile görülmez henüz bu aşamada. Oradaki demokrasi prensipleri sadece eliti kapsamaktadır.
İhtilalden bahsettik, burada çağlar boyunca insanoğlununu komik duruma düşüren başka bir husus ise, daha evvelden de bahsettiğimiz gibi, demokrasinin dayatma ile kabul edilmiş olmasıdır. Bu komediyi somutlaştırmak gerekirse: "Sana söz sahibi olmanı ve kendi kendini yönetebilmeni emrediyorum" gibi görünmektedir. Buna benzer bir tavrı da ülkemizde yaşıyor olmamızdır. Demokrasi, dilediğini seçme özgürlüğü getirdiği gibi, dilediğini de seçmeme özgürlüğü getirir. Bu yüzden mecliste, kabul, red ve çekimser adları ile üç türlü demokratik katılım vardır. Fakat sandığa gitmenin mecburi olduğu, sanki aserlik vazifesi gibi vatandaşlık görevi olduğu hatta gitmeyenlerin vatanperver olmadığı, abartanların ise hain dediği bir tepki ile karşılaşıyor olmanız kaçınılmaz. Demokrasinin mevcut olanın mutlak olmasını gerektirdiğini zannetmiyorum. Bugün basit yarışmalarda bile jüri, gerekirse 1. 2. gibi dereceleri vermeme özgürlüğüne sahiptir. Bunun amacı niteliği ve kaliteyi korumaktır. Varsayalım sadece iki tane parti seçimlere giriyor ve ikisi de vatan haini (Allah'a şükür ülkemizde böyle durumlar olmuyor) bunlardan en yüksek oyu alan mı iktidar olacak? Olmaz böyle şey.
Ülkelerin kaderi böyle YALANlara terkedilmez. Böyle çocukça bir hayal ile ülke kurulursa, o ülkenin ömrü bir haftadır en fazla. Bu yüzden de devlet geleneği dediğimiz şey, seçimden seçime nerden geldiği belli olmayan kişiler tarafından yürütülen müessese değildir. Devlet geleneği şayet politika seyrinde gidiyor olsa idi bugün her hükümet yeni bir ülke kurmuş olurdu. Geleneği halk da koruyamaz, daha doğrusu korumak gereğini duymaz. Ne zaman duymaz? Koruyan birilerinin varlığından emin ise, halkın pek merakını çekmez bu alanlar. Buraya kadar devlet geleneğinin ve ülkenin sıhhatini koruyan müessesenin ordu olduğunu izah etmeye çalıştığımız anlaşılmıştır. Yine Yarın Dergisi'nde yayınlanan "Uygarlık Yolunda Demokratik Monarşi Çıkmazı" adlı yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türkler'in el-emin sıfatını hükümete değil orduya verdiğini ve gerçek hükümdarlık sahibinin Türk Silahlı Kuvvetler olduğu âyandır.
Orduda, ehil olan ve başarı gösteren subaylara değil; piyadesinin de genelkurmay başkanının da oylarının eşit olduğu bir seçim sistemine göre rütbeler veriliyor olsa idi ne olurdu? Bu suali tefekkürünüze terk ediyorum.
İran İran İran
İran'da ne olmakta. Orada da iki yönlü bir durum var, birisi bahsettiğimiz komedi orada da mevcut. Hem seçim yapıyorlar, hemde neticesini kabullenemiyorlar. Madem böyle tepki verecektiniz, seçim sonuçlarını neden beklediniz diye sorarlar adama. Ama bu durum bizdeki kadar komik değil, bunun sebebi de ikinci yönü. O da muhalefet olmanın katkısız halini yaşıyor olmaları. Bizde "halkın iradesi tecelli etti" denir, herkes de buna saygı duyar, -üç beş kişi dışında- sokaklara dökülen de olmaz ölen de olmaz bizde. Bizdeki hali çağdaş olduğumuz için değil, yozlaştığımız ve ateşimizin cılızlığından dolayı. Bu yüzden İran, tepkisini çocukça başlatmış olsa da iradesini sandıkla sınırlamamaktadır.
30 senelik bir ülke olmaları böyle bir tepkime için avantajdır. 1979'da milyonlarca insan meydanlarda (bizdeki gibi panzerlerden fışkıran suya karşı değil) kukla lider Pehlevi'nin askerlerinin kurşunlarına kendilerini siper ettiler. Bu manzara işte ne komiktir ne de yalandır.
Uğrunda öleceğimiz değerlerimiz birer birer elimizden alınırken ülkemizde, İran'ın bu duyarlı ve ateşli davranışına büyük saygı duymalı ve selametleri için dua etmeliyiz. Tek ümidimiz, at izi ile it izinin birbirine girdiği dünyada, bu işin de ardından bir başka zalimin çıkmaması.
Ey Oğul!
Hazret-i Mevlânâ'nın eserlerini bu ilim ve irfan vatanının lisanında yazdırmış olması keyfi değildir. Bizim dilimizin de yadsınmayacak bir bölümü Fars kökenli olması sebebi ile, sembolik hikayeler aslına uygun biçimde zihinlerimizde yer bulabilmektedir.
En başta iktibas ettiğimiz hikayeye dönersek. Fakih: bize insan hakları, eşitlik, kardeşlik, özgürlük gibi özene bözene hazırlanmış paketleri, içlerini çer-çöp dolduran tekfurdur. Bunun canavarlığını en yakın tarihte Irak halkı yaşadı demokrasi ihracatçısı Amerika Birleşik Devletleri ile.
Biz de Hazret-i Pir'in sayesinde diyoruz ki: Ey oğul, böyle dört kanatla koşturuyorsun benim şuyum var benim buyum var diye, hele evvela aldığın kişiye bir bak, sonra da aldığın ve sana ait olduğunu sandığın albenili terimlerin içini aç da bir bak.
* Işık, Zafer (2009, Temmuz). Yalan Dünya Terminolojisi: Demokrasi #2. Yarın Dergisi
** İzbudak, Veled Çelebi (1995). Mesnevî-i Şerif Tercümesi Cilt 4. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları